Kayıp İzci Adayı

Öğretmen olarak çalıştığım okulda, Selahattin isimli, ortaokul ikinci sınıfta, uzaktan akrabam olan bir öğrencim vardı. Benim grupbaşılığını yaptığım okul bünyesindeki izci grubuyla uluslararası mahiyetteki bir kampa gideceğimizi öğrenince, Selahattin de bu kampa gelmeye özenmiş. “Ben de sizinle kampa gelebilir miyim?” dedi. Sene başında izci olmadığı için onu kampa götüremeyeceğimi söyledim.

Ertesi gün, annesi okula gelmiş. Okul sektreteri, bir velinin, veli görüşme odasında benimle görüşmek için beklediğini haber verdi. Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi, Sosyal Bilgiler öğretmenleri o odaya sıkça çağırılırdı. Ancak ben Teknoloji-Tasarım ile Görsel Sanatlar Öğretmeniyim, bizim branşla özel görüşmek isteyen veli nadir çıkar. Her neyse, ben Selahattin’in annesiyle görüştüm; dertlerini öğrendim. Selahattin kampa mutlaka gelmek istiyormuş. Bütün gece evde ağlamış durmuş. Akraba olduğumuz için velisinin ısrarlarına, “Hayır” da diyemedim.

Bir hafta içinde Selahattin’e de izci giysisi ve gerekli kamp malzemeleri alındı. İlk kez izci olmamış birini kampa götürecektim; fakat nasılsa akrabamdı ve sözümden çıkmasına müsaade etmeyeceğimi velisine de bildirmiş ve icazeti almıştım.

Yolculuk sorunsuz geçti, kampta bize gösterilen bölgeye çadırlarımızı kurduk. Her şey çok güzeldi. Aktiviteler tüm günümüzü dolduruyordu.

Sanırım kampın dördüncü günüydü. Erkek İzcilerden sorumlu Özgür AKÜN Oymakbaşım yanıma geldi, "öğle yemeğinden beri yeni çocuğu (Selahattin’i kastediyor.) görmediğini, ona özel bir görev verilip verilmediğini" sordu. “Hayır verilmedi, olsaydı senin de bilgin olurdu” dedim; gitti. Az sonra tekrar geldi ve "Hiç kimsenin Selahattin’in nerede olduğunu bilmediğini, Selahattin’in obasıyla birlikte olmadığını" söyledi.

Bizi aldı mı bir telaş! Hemen Sakaryalı İzci Liderlerinden iki ayrı arama ekibi oluşturduk. Tuvaletler, duşlar, kamp kafe, revir, kumsal, tüm alt kamplar dahil her yerde Selahattin’i aradık. Çocuk yok! Adını anons ettiriyoruz yine yok! Bizim telaşımızı gören diğer illerin izci liderleri de bize katıldı. Koskoca kamp alanında aramadık tek yer bırakmadık. Yok, yok, yok! Kamptan dışarı çıkması da imkânsız; kapıdan dışarı izinsiz bir lider dahi çıkamıyor ki 12-13 yaşında bir izci çıkabilsin. Haydi bir bahane ile çıktı diyelim, nizamiye kayıt defterinde adı da yok. Dışarı çıkış yapan hiçbir izci olmamış.

Artık saat 19.00 civarıydı; Jandarma’ya kayıp bildirmekten başka çaremiz yoktu. Fakat bu benim müthiş ağrıma giden bir bildirim olacaktı. İzcisini kaybeden bir kafile lideri olarak tanınacaktım.
Tam o sırada, Selahattin belinde bir havlu, altında deniz şortu ve ayağında deniz terlikleriyle üstü ciğer gibi yanmış, yarı çıplak olarak ve yüzünde koca bir sırıtışla bizim alt kampın kapısında göründü. Yüksek sesle, “Yemek ne zamandı Orhan Liderim? Ben çok acıktım!” diyor. Ben ona nasıl bir hamlede ulaştıysam, tuttuğum gibi oradaki bir ağaca çarparcasına yasladım.

Selahattin yemekten sonra kendi kafasına göre, hiç kimseye bilgi vermeden, izin almadan denize gitmiş. Nasıl geçtiyse, denizden yandaki otelin kumsalına, oradan da havuzuna geçmiş. Bir şezlongda uyuyakalmış. Akşama kadar sırtı ciğer gibi yanmış…

Çocuğu nasıl uyardıysam artık! Benden korkusuna gözleri yuvalarından çıkmış halde çadırına doğru giderken kıpkırmızı olmuş sırtında ağacın kabuklarının desenini taşıyordu…
Selahattin şimdilerde üniversite öğrencisi! Her karşılaştığımızda sırtındaki o ağaç deseninin hâlâ durduğunu, o günü unutmamak için sırtına o ağacın deseninde bir dövme yaptıracağını söylüyor…

Ben de yaptırsam mı? Zira benim de o günü unutmam zor...

Hayatımın en büyük hatalarından biridir, izciliğin ne olduğunu tam olarak anlamamış bir çocuğu direkt kampa götürmek…

Aman dikkat, önümüz kamp sezonu!

Yorumlar

Popüler Yayınlar