1. SURİYE WOOD BADGE İZLENİMLERİ (2. BÖLÜM)


Genel Direktörü olduğum ISVG (International Scout Volunteer Group - Uluslararası İzci Gönüllüleri Grubu) üzerinden tanıştığımız aktif izci lideri eğitimcilerini Direktörlüğünü üstlendiğim Scouts Sans Frontières™ (Sınır Tanımayan İzciler)'e ve Kurucu Başkanlık görevinin bana verildiği WOLF (World Organization of Leadership and Fellowship - Dünya Liderlik ve Kardeşlik Organizasyonu)'na davet etmiştim. Suriyeli ve Lübnanlı izcilerle de ISVG'nin her ay gerçekleştirdiği webinar'lardan tanışıyorduk. Suriyeli izci liderleri Rami Syriani (WB) ve Elias Massoh (WB) ISVG için birer seminer vermişlerdi. İzci Lideri Eğitimcilerinden oluşan Gilwell Society (Gilwell Topluluğu)'de gerçekleşen görüşmelerde Suriye'de son 20 yıldır Wood Badge Uygulamasının yapılamadığını, ülkede var olan Tahta Nişanı sahibi izci liderlerinin de pasife geçtiğini, 4 Tahta İşareti sahibi kimse kalmadığı için de Wood Badge Uygulamasını verebilecek yetkide bir kimse olmadığını öğrendik. İş başa düşmüştü...
Lübnan asıllı Birleşik Krallık vatandaşı ve Londra Süryani Kilisesinde Rahip olan Jean-Louis Kassis (WB3) Ekim 2022'te TTT 2022-Türkiye'ye (Trainers Team Training - İzci Lideri Eğitimcilerinin Eğitimi) katılmak için İzmir'e gelmişti, öncesinde de ISVG'den tanışıyorduk. Londra'ya dönüşünden bir hafta sonra, TTT fotoğraflarını sosyal medyadan gören Suriye Süryani Kilisesi İzcileriyle görüştüğünü ve orada bir Wood Badge Uygulaması yapmamızı talep ettiklerini, yapıp yapamayacağımızı sordu. Dedim; "Yaparız, izcilikte sınır tanımayız!"
Böylece başladık uygulamayı planlamaya, en büyük zorluk benim Arapça bilmememdi ve haliyle konuşma ağırlıklı oturumlar tercüme sebebiyle iki katı uzun sürecekti. Bu nedenle 4 Tahta İşareti sahibi Lübnanlı ve Beyrut'ta bir lisenin müdürlüğünü yapan Antoine Feghali (WB4) ile temas kuruldu. Antoine Feghali gelmeyi kabul ettiği gibi, birlikte izcilik yaptıkları eğitimci izci lideri Zahira Chouman (WB3)'ı da beraberinde getirmeyi teklif etti. Her ikisi de Arapça'nın yanı sıra iyi seviyede Fransızca ve orta seviyede İngilizce biliyordu. İzci izciyle bir şekilde anlaşır ya! Biz de anlaştık kaynaştık. Scouts Sans Frontières™'in Başkanı ve Türk asıllı Birleşik Krallık vatandaşı Mahir Kılıç (WB3) da uygulamaya katılacak ve İngilizce-Türkçe-Arapça çevirmenlik yapacaktı.
Uygulamayı Scouts Sans Frontières™ adı altında yapacaktık. Jean-Louis Kassis, benden TİB'nin ve Antoine Feghali'den de Lübnan İzcilerinin wood badge programlarını aldı karşılaştırdı, programlar çok farklı değildi ve kolayca orta yolu buldu. Son olarak, WOIS Dünya Eğitim Kurulu Başkanı olan Paraguaylı Hugo Paniagua (Int'WB4)'ya da danışarak programın son şeklini hep birlikte verdik.
Suriye'den Elias Massoh (WB)'un yönettiği izci grubu Şam'ın en büyük izci grubuydu ve Süryani Patrikhane'sinin de desteği alınarak program uygulamaya konuldu. Fakat Patrik'in özel bir isteği vardı. Uygulamanın tüm Suriye'deki İzci gruplarına açık olmasını istiyordu. Suriye'deki mevcut 15 Hristiyan izci grubundan 12'si uygulamaya katılmak isterken Müslüman izci gruplarından ise katılım olmadı.
Lübnan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından vize istemiyordu. Toplam 6 ay kalma, defalarca gir-çık yapma iznimiz vardı. İnternete bakınca Suriye içinde aynı durum vardı da, son durumlardan sonra öyle değil işte! Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Suriye'ye girebilmesi için konsolosluktan vize almak gerekmiyordu; ancak Suriye İstihbaratının yapacağı soruşturma ile özel bir Suriye'ye giriş izin belgesi (istizan-vize) düzenleniyordu. Patrikhane, yazdığı resmi yazıyla benim için gereken istizanı aldı. Ancak Mahir Kılıç (WB3) daha önce İsrail'e giriş-çıkış yaptığı için reddedildi. Kaldım mı tercümansız!
Ok yaydan çıkmıştı bir kere! Her ne olursa olsun Suriye'ye gidecektim...
Bana kimse Rami Syrani (WB)'nin ABD'de üniversite okuduğunu, Dona Saad (WB2)'ın uluslararası bir otelin resepsiyonisti olduğunu, her ikisinin de ana dili gibi İngilizceye de hakim olduğunu söylememişti. İki hazır tercümanım vardı. Rahatladım...
Scouts Sans Frontières™ ve desteklediği kuruluşların logolarında oluşan 4 ayrı arma ve hediyelik çeşitli fularlar, rozetler hazırladık. Çanakkale'den Alper Doğmaz (WB3) liderimiz de 3 çeşit armadan 50'şer tane, ayrıca elinde olan hediyelik şapka ve fularları yolladı. Önümde minik bir hediyelik dağ vardı. Da kendi elcağızımla yaptığım 50 adet cevizbağı sadece 2 kilogramdan fazla çekiyordu. Düşünün benim valizin toplam halini...
Neyse ki, Middle East Havayolları'nın tanıdık bir yöneticisi derdimizi anladı ve valiz kapasitemi 30+10 kilograma çıkarttı.
Adapazarı'ndan direkt İstanbul Havaalanı'na otobüs koymuşlar sağ olsunlar, indir bindir yapmadan paşalar gibi vardım ve havaalanının dış hatlar kapısının önünde indim.
İlk açıldığında bir kez inmiştim İstanbul Havaalanı'na, fakat geliş olduğu için hemen ayrılmış, gezememiştim. Bu kez vakit vardı; o köşeden bu köşeye havaalanını gezdim dolaştım, valizim ve sırt çantamla...
Check-in'imi internetten yapmıştım, saati gelince valizimi vermek için kontuara gittim, kuyruğa girdim. 1 saat sıramı bekledim ve valizi mi verdim. Görevli bana, "Siz neden ekonomi sınıfı kuyruğuna girdiniz, sizin biletiniz cedar (Lübnan bayrağındaki sedir ağacı) class" dedi...
"Yoo dedim ekonomi sınıfı..."
"Evet siz ekonomi almışsınız, ama bir yöneticimiz size 'cedar class' hediye etmiş."
Büyük sürpriz... Büyük insanlık! Yaşasın kardeşlik!
Elimdeki ekonomi sınıfı bilet alındı, 'cedar class' bilet verildi. Middle East Havayollarının özel locasından da yararlanabileceğim söylendi ve oraya yönlendirildim. Gate (kapı) açılana kadar locada yedim-içtim... Her şey 'cedar class' bilete dahildi, isteyene masaj, duş bile vardı 'lodge'da. Sordular bana da; dedim, "dönüşte vaktim geniş olacak, o zaman gelirim." Uçak kapısına doğru yollandım.
10 dakika sonra kapı açıldı, 'cedar class' olanlara ayrı bir muamele varmış, bana öncelik verdiler, business veya ekonomi kuyruğuna girmedim.
İlk ben girdim uçağa; girişte biletimi gören güleç yüzlü bir hostes bana refakat edip 2. sıradaki yerimi gösterdi, yerleşmeme yardımcı oldu. Önceden uçaklarda daracık alanlara sığmaya alışmış olan ben, bu geniş yeri yadırgadım; neredeyse sığamayacaktım(!).
Hostes Arapça olarak, sanırım, "Bir isteğiniz var mı?" dedi, "No, thanks!" dedim. Anında İngilizceye döndü, beklerken neler ikram edeceğini bir çırpıda sıraladı. Ben onun kadar ani bir şekilde İngilizceye geçiş yapamadığımdan yine "No, thanks!" dedim. Sonrasında diğer yolcuların binmesi ve uçuşu bekleme uzun sürünce "No" dediğime pişman olmadım değil...
Hostes anladı halimden, elinde portakal ve nar suları, soda filan bir tepsiyle geldi. Cem Yılmaz'a nazire edercesine portakal suyunu aldım tabii. Hostes dönüşte bardağımı boş görünce yine ikramda bulundu bu defa nar suyu aldım. Valla Cem'in yerinde olsam hep nar suyu alırdım, daha ferahlatıcı... Uçak kalktı, hostesin gözü hep benim üzerimde, azıcık başımı kaldırsam, göz göze gelsek yanıma geliyor. Hostes ne getirse, ne önerse, "Yes" dedim. Her türlü yedim-içtim. 6 adet jumbo karidesten oluşan tabakta kalan sosu yalamamak için kendimi zor tuttum, acilen yaş pastaya geçtim. Her şey nefisti... 2,5 saatlik uçak krallığım çarçabuk bitti. Bittiğini ikram edilen sıcak havlu ile anladım hemen, Cem Yılmaz'dan öğrenmiştim sağ olsun... 🤣
(Arkası yarın... Beyrut'u nasıl bilirsiniz?)

Yorumlar

Popüler Yayınlar