Dağ Başını Duman Almış, Dertlenelim Arkadaşlar(!)

Geçenlerde bir paylaşımda, "İzcilik bizim istediğimiz gibi olmayacak, biz izciliğin istediği gibi olacağız" demiştim. Anlaşıl(a)mayan bunun neresinde? Elin Latin'i, Anglosakson'u, Kızılderili'si, Fransız'ı, Cezayirli'si, Kenyalı'sı, İsveçli'si, Hintli'si, Çinli'si, Japon'u, Endonezyalı'sı, Şilili'si, Rus'u, Macar'ı anlıyor, uyguluyor da; Türkiye'de bunun neresi anlaşılmıyor?
İzcilik kendi içinde bir bütün teşkil eder, ucundan biraz alınıp, üzerine kendince bir hayal kurulmaz. İzcilik tam bir okuldur, sistemler bütünüdür. 111 yıllık tarihsel süreçte bütün boşlukları giderilmiş ve başarısı kanıtlanmıştır. İzcilik çocuk ve gençlerle yapılan uluslararası, eğitimsel bir faaliyettir. Ülkelerin ya da kurumların tekelinde olamaz İzcilik, her türlü sınırı aşar, hedef kitlesine ulaşır. Parmak kadar çocuklarla izcilik yapmayacaksak kiminle yapacağız? 21 yaşından sonra öğrenmek zorlaşıyor, başka başka gaileler yüklüyor hayat insana. O yüzden İzcilik yapılacaksa özellikle ortaokul yıllarında başlanmalı ki keyfine varılsın, ömür boyu içselleştirilsin.
Kurumdan kuruma, ülkeden ülkeye izci giysisi değişir, bayrak flama değişir, coğrafik yapıya göre donanım-malzeme değişir. Ancak İzcilik felsefesi ve doktrini değişmez. Türkiye'de, Türkler tarafından yapılan İzciliğin adına Türk İzciliği diyoruz. Yoksa Türklere özel bir izcilik türü yoktur. Tarihte böyle nasyonal izcilik örnekleri varsa da bunun devri, siyah fularlı Nazi İzci Kıtalarıyla, Mussolini'nin Kara Gömleklileriyle çoktan bitti ve o yöntemin ne denli sakıncalı olduğu görüldü.
İzcilik doktrini, permakültür yaşamı savunur, izci kardeşliğini savunur; dengeli olmayı savunur, uzlaşmacı olmayı savunur. Çağdaş evrensel izcilikte milli-gayrimilli ayrımı yapılmaz. İzcilikte dinlere saygı duyulur, Allah inancı olanlarla yol alınması tavsiye edilir. Fakat bu demek değildir ki her işi dindar-kâfir ekseninde, mezhep-cemaat farklılıklarına dayandıracağız. O zaman yaptığımız izcilik olmaz, bir çeşit dini misyonerlik olur. Misyoner okulları tam da bu amaçla kurulur, her şeyi kendi dini mezhebi üzerinden kalın duvarlar ardında yaparlar.
Nedir misyon ve misyoner? Görev ve görevli demektir. İzciliğin zaten kendine ait bir misyonu, hatta müthiş etkili bir doktrini mevcut. Kalkıp da bunu, oraya buraya sündürmenin, çekiştirmenin, değiştirmeye çalışmanın mânâsı yok.
Camide, kilisede, havrada, budist tapınağında kahkaha atılmaz, koşulmaz, yüksek sesle popüler şarkılar söylenmez. İzcilikte de her işe din-iman gözlüğüyle bakılmaz. İzcilik evrensel bir oyundur, eğlenilen, yaparak-yaşayarak öğrenilen, koşulan ve coşulan. Kuralların temel kaidesi bellidir: Yaparak-yaşayarak öğreneceksin, eğlenirken öğreneceksin, hayatın doğasını keşfedeceksin.
***
Türkiye İzciliğinde ilk düğme yanlış iliklenmiş bir kere!
İngiliz subayı olan Harold Parfitt'i Osmanlı'ya, (Alman hayranı-İngiliz düşmanı Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya) "Belçikalı" diye yutturmuşlar. Oysa sadece annesi Belçika asıllı olan Parfitt için, Belçika İzcileri, "Englishman", "English Officer" terimlerini kullanıyorlar kendi izcilik tarihçelerinde. Parfitt uyanık adam; başbuğ, kalgay, oba, oymak, kıta, orta vs. gibi ne kadar milliyetçi terim varsa Keşşaflıkta kullanılmasını desteklemiş. Zira, tüm dünyada milliyetçilik rüzgârları esmekte, Türkçülük rüzgârı da İstanbul'u kasıp kavurmakta o yıllarda. Balkanların büyük bölümü, Mısır, Kıbrıs vs. elden çıkmış. Her ne kadar İngiliz Muhipleri Cemiyeti varsa da, genel olarak Osmanlı'da bir Alman hayranlığı hâkim. Osmanlı ordusu, Alman ordu ekolünü benimsemiş. Osmanlı'nın içinde birçok ulus var; burayı da, orayı da iyice kaşırsın ki birbirlerine düşsünler, güç bölünsün, azalsın. Ajanlar, misyonerler harıl harıl el birliği yapmış çalışıyorlar Trakya'da ve Anadolu'da. Osmanlı hükumetleri ayakta uyuyor. Sırp anarşist, köprübaşında, Avusturya Arşidük'ünün arabasının yolunu gözlüyor. 1. Dünya Savaşı patladı patlayacak. Her şey pamuk ipliğiyle birbirine bağlı, İzcilik de onlardan bağımsız değil hani. Parfitt'in İngiliz asıllı olduğu basına sızdırılan haberlerle araştırılıp öğrenilince savaştan az önce yollanıyor İstanbul'dan. Ki esas görevini fazlasıyla yapmıştır Parfitt. Türk gençlerini nifaklamış, birbirlerine düşürmüştür.
2. Dünya Savaşı'ndan önce de benzer bir durum görülür, uluslararası kartellerin 20 yıl önceki savaştan kalan hesapları henüz kapanmamıştır. Milletleri yöneten egemenler birbiri ile teknolojik yarış halinde, hatta birbirlerine üstünlük taslıyor, kin güdüyorlar. Ulus devlet modelleri birbirlerini kopyalarken, bu modelleri, hep ilk kendilerinin keşfettiğini söylüyorlar milletlerine. "Her şeyi biz yapıyoruz, herkes bize hayran, biz dünyanın lideri, sahibi olmalıyız" havasındalar. Bir ipte iki, hatta üç-beş cambaz oynamaz. Al sana 2. Dünya Savaşı...
Bu arada, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde Ulusal İzcilik yapılıyor. Edirne Nimet'i Hürriyet Mektebi (İttihat ve Terakki Mektebi)'nde müdürlük yaptığı dönemde başlattığı ve Osmanlı coğrafyasındaki ilk olan İzcilik çalışmalarından tanıdığımız, Türk basınında ilk kez izciliğin konu edildiği (22 Şubat 1911, Lozan Talebe Müfettişi Ragıp Nurettin EGE'nin kaleminden) Say ve Tetebbü (İş ve Düşünce) dergisini de 39 sayı çıkaran döneminin en ünlü eğitimcisi Nafi Atıf KANSU, 1928-1935 yılları arasında Ankara'da Türk Maarif Cemiyeti Başkanı'dır ve okullardaki İzcilik işini bizzat üstleniyor. (Nafi Atıf KANSU, 1927'den itibaren, öldüğü 1949'a kadar aralıksız 22 yıl milletvekilliği de yapmıştır.) Her 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında vagonlar dolusu izci Ankara'ya toplanıyor, boy sırasına göre dizilip izci kıtaları kuruluyor, uygun adım askeri talimler yapılıyor ve Cumhuriyet'in 10. yılında geçit resmine tam tekmil katılıyor İzciler. Devlet, treni ücretsiz veriyor, Ankara'ya gelene yeme-içme bedava, çadırlar askeriye tarafından kuruluyor, sağlık hizmetleri Kızılay'dan. Bedava sirke baldan tatlıdır; bu zamanla âdet/gelenek oluyor. Başkentli olmanın avantajıyla Ankara İzci Liderleri hep en önde görevli, hep görevdeler. Diğer illerin izcileri her sene Başkent'e gelemezken onlar hep orada, suyun başında bekliyorlar. "Devlet demek, Ankara demek! Türkiye İzciliği bizden sorulur!" diyorlar.
Dünya genelinde Başkentliler'in böylesi bir büyüklük sendromuna sık kapıldıklarını biliyor musunuz? "Başkent Sendromu" deniliyor bu tutuma.
İstanbul'da ise o yıllarda başka bir izcilik ekolü var. Doğal olarak İstanbul bir kültür başkenti, birçok azınlık ahali içeren tarihi bir metropol. Permakültür yaşam hüküm sürüyor. Her din ve milletten İzci, gayet insani olarak, tamamen kendi öz imkânlarıyla, oymaklar kurup örgütleniyorlar. Türkiye İzciler Birliği adı ile faaliyet gösteriyorlar. Sivil bir kuruluş olarak çalışıyorlar. Cep delik, cepken delik. Buna rağmen çok da başarılı oluyorlar, çünkü gönülle yapıyorlar izciliği, direktifle, atamayla değil; tamamen bağımsızlar. Türk İzciliğinin en sistemli, en izcilik idealli yıllarını yaşatıyorlar 1955-1972 arasında. Namları hâlâ sürüyor. 1980 Askeri İhtilalinde, sebep gösterilmeksizin kapatılıyor 1955 kuruluşlu TİB.
2. Dünya Savaşı sonrasında dünya genelinde esen barış ve kardeşlik rüzgârları, yurdumuzun büyük şehirlerinde de hissediliyor, fakat en çok da İstanbul'u etkiliyor. İzcilik İstanbul'da ivme kazanıyor. İstanbul İzciliğindeki yükseliş ve gelişim haliyle Ankara'yı rahatsız ediyor. Soralım o günleri yaşayan izci liderlerine, hep bunu söylüyorlar: O yıllarda İstanbul oymakları inatla tescil edilmiyor. Haliyle İl İzci Kurulu Başkanlarının evlerine baskın veriliyor, kapılarına dayanılıyor.
Emperyalizme karşı, 1968 kuşağı sokaklara dökülmüş; dünyayı silkeliyor, statükocuları sallıyorlar. 1962 Anayasası'nın verdiği geniş özgürlükler ile Türk gençliğinin bir bölümü seccadelerini 6. Filoya doğru koyup namaz kılarak ABD'ye tapıyor, diğer bölümü ise 6. Filo askerlerini Dolmabahçe'den denize döküyor.
Ankara'da "Vietnam Kasabı" olarak tanınan provokatör ABD Büyükelçisinin makam arabası ODTÜ kampüsünde yakılıyor. (ODTÜ aslında ABD sisteminde bir kurumdur ve ABD'nin desteğiyle kurulmuştur.) Acilen bir önlem alınması, özgürleşen, vandallaş(tırıl)an gençliğin derhal zapturapt altına alınması gerekir. Batı'da 68 kuşağı hippileştirilip, yuppileştirilip aşk şarkıları ve esrar ile uyuşturulurken, aile kurumunun ve mahalle kültürünün hâkim olduğu ülkemizde bu tutmuyor. (Sonrasını biliyorsunuz; muhtıralar veriliyor, büyük şehirlerde sıkıyönetim ilan ediliyor, darağaçları kuruluyor.)
İzcilik de madem bir gençlik hareketidir, o halde o da kontrol edilmeli, Devlet eliyle yeniden düzenlenmelidir ve İzcilik de bundan nasibine düşeni alır! Statükocu bir yönetmelik Ankara'ya çağrılan öğretmen izci liderlerine yazdırılır, daire başkanları okur onaylar, genel müdürler, bakan imzalar.
Tata ta taaa! Meşhur 1968 Yönetmeliği yürürlüğe girer. Sivil ve bağımsız izciliğin köküne kibrit suyu dökülür.
Bundan böyle Türk Bayrağı ile ünite flaması arasındaki 6 adım mesafe şiddetle korunacaktır, daha fazla yaklaşılamaz, ama ara daha açık olabilir. Geçit törenlerinde caddelere olabildiğince yayılınabilinir, olduğundan daha kalabalık görünebilinir. Maksat törenlerde daha fazla yer işgal etmek, daha gösterişli, büyük görünmek. Mehter takımı misali, iki kol sırası izci, 100-150 metre uzar, neredeyse teker teker geçerler valinin/kaymakamın önünden.
İzcilik, bakanlıklar arasında top misali bir orada bir buradadır. Bu kısa paslaşmalar sırasında kimin ne yaptığı belli değil. Mevcut kaostan beslenenler, yolunu bulanlar çok. Her paslaşmada mevcut tesislerin yöneticileri değişir, yöneticiler farklı kişilerle çalışır, alım-satım ekonomisi sürekli el değiştirir. Rüşvet alan İzci liderleri türer.
Biri lütfen bana açıklasın! Bu ne demek yahu: "12 izci de bir lider üniforması bedava!" Ama bakın karşı firma, 10 İzci de veriyor eşantiyon lider üniformasını, hem de yanında düdüklü çakı ve tarak ile birlikte! Rüşvet alan, gönüllü olması gerekirken egzersiz vs. adı altında ücret almak için kâğıt üzerinde izci lideri olanlar hep cirit atarlar camiada, sivrilirler de.
Kimse kusura bakmasın! İzcilik bu değil! Türkiye İzciliği böyle düşkün bir hâle geldiyse, işte bunlar sayesinde geldi.
Ne kadar "çok bilen(!)" izci liderlerimiz var bizim. Konuş konuş bitiremiyorlar. Yaşlı erkek İzci liderlerinin muhabbeti dönüp dolaşıp hep belden aşağı konulara erişiyor. Kim hangi kampta kimi ne yapmış!!! Ee o zaman sustuysanız şimdi neden konuşuyorsunuz bıyık altından gülerek, heyecanlanarak? Nostalji yapmak en çok da bu açıdan güzel galiba! Zira 7 saat boyunca (hiç abartmıyorum) yaşlı izci liderlerinin zamparalık hikâyelerini dinlediğim oldu, hem de koca koca isimli eskinin önde gelen izci liderlerinden. Birbirlerinin ipini pazara çıkarmaktan keyif alıyorlar âdeta. Kısacası oyuncular yaşlansa da tiyatro aynı; yıllardır bıkmadan usanmadan aynı oyunu çevirip çevirip oynuyorlar.
İzcilik bu değil! Yanlış algılamış, yanlış öğrenmiş, yanlış yapmışsınız, İzci olamadan tahtalara,unvanlara kavuşmuş, birbirinizi pohpohlamış, gaza getirmişsiniz. Ortada müspet bir şey yok; sadece havagazı!
Harold Parfitt de Belçikalı'ydı zaten. İlk düğme yanlış iliklenince diğerleri de hep öyle gitmiş. Arada düğmelerin yanlış iliklendiğini söyleyenler olmuş, ama onların da nefesi yetmemiş, izcilikten uzaklaş(tırıl)mışlar bir süre sonra. 2006 yılından itibaren yanlış iliklenen düğmeler görülmeye başlanır. İzcinin pantolon içindeki gömleği dışarı çıkarılınca dikkat çeken etekteki uyumsuzluk, boyundaki uyumsuzluğu gizleyen izci fuları tarafından saklanamadı. Keza mevcut sportif federasyon yönetimi yanlış üzerine yanlış yaptı. İzcilik paramiliter bir dini cemaat görünümüne dönüştü. Barıştan ve kardeşlikten yana olması gereken izciler, şehadete ermeye hasret kindarlar topluluğuna dönüştü. İzci olmak için gelen çocuk ve gençler cemaatler arasında bölüş(tür)üldü.
Bu arada, AB uyum yasaları gereği kanunlar yenilendi, sivil toplum kuruluşları güçlendirildi, siviller toplumu/halkı kendilerinin oluşturduğunu, Devlet'in kendilerine ihtiyaç duyduğunu fark etti, bilinçlendi.
Buna rağmen, "ne yapacağız" diyerek bir araya gelen eski İzci Liderleri, bir türlü oncu, buncu, şuncu olmaktan, kutuplaşmaktan kurtulamadı. İzciliği bıraktıkları yerden oynamaya devam edince, yine eskinin kısır çekişmeleri baş gösterdi, birbirlerine düştüler. Oysa aradan en az 30 yıl geçmiş, devir, artan iletişim teknolojisiyle hızla değişmişti. İnovatif dünya düzeni içinde sürekli güncellenen yeni nesil İzciler için düğmeleri çözmekten, hatta kesmekten ve yeniden sağlam dikip, düzgünce iliklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Gerçek İzciliğin ne olduğunu öğrenenler için aklın yolu bir idi. Neticede mevcut statükocu sportif izci federasyonunun yanında sivil İzcilik federasyonları da birer birer kuruldu. İDEF, KAPİF ve en nihayetinde TİB.
Dünya İzciliğinde de aynı çeşitlilik paralel olarak yaşandı. Yıllarca Dünya İzciliğini tek başına kontrol eden WOSM parçalandı, küçüldü. İçinden başka uluslararası organizasyonlar çıktı. Bugün 10'a yakın uluslararası İzcilik organizasyonu var. Genel görünüm, aynı temel üzerine inşa edilmiş binanın değişik odalarının, değişik kuruluşlarca tefriş edilmesi şeklinde. Cümle kapısı bir, herkes aynı kapıdan giriyor, aynı asansörleri/merdivenleri kullanıyor. Fakat her birinin de farklı büyüklüklerde kendine ait odası var, her biri kendi odasını istediği şekilde dekore ediyor. Birbirlerini çaya-kahveye davet ediyorlar. Aynı bina içinde çok uluslu, çok kuruluşlu bir şekilde yola devam ediyorlar.

Peki ülkemizde de bunu başarmak mümkün değil mi? Mümkün! Fakat öncelikle cümle kapısının önünde duran kapıcıya yani suyun başını tutan -bir zamanlar- pala bıyıklı zat'a, "bu binada bize ait bir oda olduğunu" anlatmamız gerekiyor. Anladı anladı, anlamazsa yapacak bir şey yok! Nice kalenin cümle kapısı koçbaşı ile açılmıştır, yine açılır. Da artık bu binada düğmesini yanlış ilikleyenlere yer yok. Bunu da iyi idrak etmek gerek. Ya kıyafetlerini düzeltip gelecekler, ya da gelmeyecekler. İki yanlıştan bir doğru çıkmayacağı aşikâr. Bu zamanda İzcilik, permakültür yaşama saygı duyan sivillerin yapacağı iştir; radikal grupların değil, uzlaşmacı olanların işidir. Geçmişi geçmişte bırakıp yüzünü geleceğe dönen, birbirine samimiyetle güvenebilenlerin, ikram edilen çayı-kahveyi geri çevirmeyeceklerin işidir. Böylece bilinmeli, zira görünen köy kılavuz istemez. Bugün izcilik Dünya'da böyle yapılıyorsa, Türkiye'de de öyle olmalıdır! ***
10 Kasım Anıtkabir daveti tüm izcilere açık yapılmış. Daha ne bekliyorsun? Tak fularını gel be kardeşim! Kimse sana, "neden geldin?" demeyecek orada. Gelenlere sor, denilmiş mi? Türkiye'nin dört bir köşesinden izciler Ankara'ya geliyorsa, sen de kalk kahvaltını yap evinde ve Anıtkabir'e gel bir zahmet. Ama yok senin gözün binanın cümle kapısına kapıcı olmaksa, suyun başını tutmaksa, hiç kusura bakmayacaksın: Sen hâlâ izci olamamışsın demektir. Hem kim bilir daha kaç kişinin gözü var o kapıda. Ha birileri de var ki; "ben çatı katındaki rezidansı isterim, kapıcıyı da ben atarım" diyor. Oysa öyle bir çatı ve rezidans yok ortada. Hayaller Paris!

***
Hele hele 1 saatlik faaliyet için 7 saat yolculuk yaparak Ankara'ya varan izcileri "parmak kadar" diye nitelerseniz, bu durumda kendinizi nereye koyacaksınız? Hem 50 yaşındayken, 40 yıllık izciyim diyerek böbürleneceksin, hem de 10 yaşındaki izciyi küçümseyeceksin. Güldür güldür şov maşallah!
Demezler mi şimdi sana/size: 20-30 yaş arasını bir araya toplamakta ne var? "Bedava kumanya var, akşama da ufaktan aramızda eğleneceğiz, yol parası da şirketten" deyince onlar koşa koşa geliyor zaten. Bir araya gelince verilen gazla kendilerini hakikaten İzci sanıp, güçlü(!) bir fotoğraf da çektirirler. Sen asıl, 50 yaşına geldiklerinde "40 yıllık izciyim" diyebilecek olan Yavrukurtları getirebiliyorsan oraya, işte o zaman 40 yıl sonrasını planlıyorsun demektir. İşte o zaman yolun yolumdur, o yol Türe Yolu'dur. Yoksa senin İzciliğin, akla estikçe yapılan günlük programlardan oluşan, aradan nafaka çıkartmaktan mı ibaret? Özlenen arı izcilik, kraliçeye hizmet eden işçi arılar mıdır sadece?
İzciler bireysel çalışma programlarını da yıllık olarak yaparlar. Önümüzdeki sene Allah nasip ederse ben gene orada, Anıtkabir'de olacağım. Gelin birlikte yürüyelim geleceğin önünde. Geleceğin önünü açmak için el ele, omuz omuza birlikte yürüyelim. Ama "en güçlü" fotoğrafta dahi en öne parmak kadar(!) bir kız izciyi koyalım ki, hedefimizin ne olduğu iyice anlaşılsın, görülsün, idrak edilsin. O fotoğrafın sağında-solunda olup kareye girmeyen, İzci fuları takmayan 100'e yakın izci velisi de görsün esas amacımızı, İzciliğe güven tazelesin. O çocuklar ki, kendi arkadaşlarını kazandırıyor izciliğe; 2, 4, 8 ... katlanarak büyüyor sayıları her sene. Peki sen yetişkin izci kardeşim, geçen sene kaç arkadaşını daha izci yaptın? Tüm gücümü harcamama rağmen, son 1 senede, -yurtdışı faaliyetleri saymazsak- ancak 6 arkadaşımı İzciliğe kazandırabildim ben. En küçüğü 23 yaşında resim öğretmeni, en büyüğü 53 yaşında tiyatrocu. Oysa İzcilik çocuk ve gençlerle yapılır, yetişkinlerle değil. Şahsen ben o çocuklar için, onların kariyerlerine, yaşamlarına katkı vermek için izcilik yapıyorum, yetişkinler için değil. Çocuk ve gençler varsa, bana ihtiyaç var; onlar yoksa bana da ihtiyaç yok. Gereksiz Lider kalabalığı yapmanın, birbirini pohpohlamanın hiçbir faydası yok. Mesleki uzmanlığı olan yetişkinleri de, çocuk ve gençlere daha iyi hizmet verebilmek için kazandırıyoruz İzciliğe. Kendi aramızda halleşip, eğlenmek için değil. 30 Eğitimci İzci Liderini bir araya toplasak 1 Yavrukurt etmez; toplamı sadece 1 Yavrukurt kadar enerjik, umutlu, yenilikçi olamaz! Fakat o 1 Yavrukurt gider 30 arkadaşını daha izci yapar ve 30 sene sonra hepsi Eğitimci İzci Lideri olur mu olur! Önemli olan insan kaynağı döngüsünü sağlamak, dengeli bir sistem kurmak, düğmeleri en başından düzgün iliklemektir.
Büyükler, düğmelerini yanlış iliklemekte ısrarcı iseler, bunda serbestler, kendi bireysel tercihleridir. Yılların ezberini bozmak, doğru sanılan çok şeyin yanlış olduğunu görmek, bunu kabul edebilmek kolay mı? Da çocuklara doğru düğmeyi, doğru deliğe iliklemeyi erken yaşlarda öğretmemiz gerek. Parmak kadarlar ama nice koca koca adamların anlamadığı, yapamadığı işleri başarıyorlar. Mesela 7 dakikalık yoldan gelemeyenlerin yerine, 7 saatlik yoldan gelip yürüyorlar. Başparmak jenerasyonu bunlar, Harold Parfitt'e kanmayacak, kandırılamayacak kadar da akıllılar zaar!
Bir de Türk olmaktan gurur duymaları için canla başla çalıştığımız bu çocukların, "Türk İzcisi olmadığını" iddia edecek kadar akıldan yoksun, işi gücü gevezelik yapmak olan, nifak ve kin yumağı haliyle yıllardır kaostan beslenen bir "Gerçek İzcilik Düşmanı" var, bir de bu müptezelin paylaştığı her şeyi okumadan beğenen yalaka taifesi... Onları buraya taşımak dahi anlamsız. Türk İzciliği onlarla daha fazla kirlenmesin vesselam.
İşte şimdi açıklıyorum, sıkı durun! Herkes iyice bellesin, idrak etsin: Görselde, TİB İzciliğinin "EN DAİMİ GERÇEK BAŞKAN"ı yer alıyor. Elbette bir çocuk, bir Yavrukurt. Fotoğraf çekilirken kendiliğinden çıktı geldi, tam önümde durdu. Hem de parmak kadar! Fakat bir şey demeye gücüm yetmez ona; zira TİB, çocuk ve gençlere hizmet etmek için kuruldu. TİB'nin sahibi de, yöneticisi de o çocuklar. O parmak kadar çocukların pek çoğunun adını bilmem, onlar da herhalde benimkini bilmez. Fakat biz birbirimizi kardeşçe ve gerçek izciler gibi sever, sayarız, birbirimize koşulsuz güvenir, birbirimizin gözünün içine güven vererek bakarız. Aracılığımla size çok selamları var, en iyi izcilik dileklerini iletiyorlar.
"Seneye gene geleceğiz, siz de gelin" diyorlar. Gözünüzün içine bakacaklarmış.



Yorumlar

Popüler Yayınlar