NASIL FEDERASYON BAŞKANI OLDUM?

Nasıl oldu da, bir izcilik federasyonuna kurucu başkan oldum? Klasik cevaptır, böyle bir soru sorulduğunda, "Küçük yaşlarda..." denilir. Aynen benimki de öyle oldu. Daha 3 yaşımdayken ramazan davulcusunun peşinden oyuncak davulumu boynuma asıp evden biraz uzaklaşmışlığım (!) vardır. Mahalledeki kör kuyulara kadar aramış konu-komşu-ahali, ben sokaklarda gün boyu davul çalarak, ritm atarak toplum hizmeti yapmaya çalışıp bir taraftan da çevreyi keşfederken... Babam gelip, zorla getirildiğim ve alıkonulduğum belediye binasından aldı beni ağlayarak. Ben de, o ağlıyor diye ağladım. İnanın dün gibi hatırlıyorum o günü... İlkokul 4. sınıfta izci olmak istedim. "Otur sen derslerine çalış, maarif koleji sınavlarına hazırlan!" denildi. Babamın bir minibüs dolusu esnaftan oluşan Balıkçı Kafilesini keşfettim, onlara takıldım, Hafız ağbinin Feka (Ford) marka minibüsüyle her hafta sonu muntazam kampa gittim. Her birinden kampçılıkla, doğayla ilgili bir şey öğrendim. Babamlar balık tutarken odun toplamak, su taşımak, ateş yakmak gibi -onlara göre ıvır-zıvır, fasulyeden- işler ve isli çayın demlenip demlenmediği benden sorulur oldu. Kafilenin fasulyesi idim. Kirvem Sebahattin amcamın (babamın teyze oğlu) kollarında sünnetçiye teslim olurken tüm balıkçı kafilesi sırıtarak izliyorlardı Fasulye'nin "Koca Adam" olmasını. O yaz tatilindeki günlerden birinde, evden habersiz olarak, -İstanbul'a giderken trenle altından geçtiğimiz- tarihi Beşköprü'ye (1500 yıllık Bizans dönemi köprüsüdür, Jüstinyen Köprüsü diye de bilinir.) demiryolunu takip ederek gittim. Gün boyu definecilerin sağa sola kazdığı çukurlara girdim, çıktım! Ben de sikke filan bulurum diye orayı burayı eşeleyerek çeşitli tarihi-arkeolojik araştırmalar yaptım. İkindi vakti yorgun argın Çarksuyu kenarında oturup, "Odunlardan sal yapıp, akıntının yardımı ile şehre nasıl daha kolay dönerim?" diye teknik planlar yaparken uyumuşum. Hava kararmış tabii. Konu-komşu-ahali gene bakmış tüm kör kuyulara... Gece vakti eve geldim kir-pas içinde, banyomu bahçede şaplaklar eşliğinde hortumdan buz gibi akan suyla aldım, dayağımı bir güzel yedim ve huzurla uyudum. Mahalleli bahçede, benim avazlarımla birlikte çayını keyifle höpürdetiyordu. 5. sınıfta Pal Sokağı Çocukları'nı okumamızı istedi öğretmenim, okudum. Romanın kahramanlarından olan Nemeçek'e çok özendim. Bizim Lüleci Sokak Çocuklarından bir "Mavi Gömlekliler Çetesi" kurdum. Atatürk İlkokulu Müdürü Sn.(İsmi lazım değil.), karşı mahallenin çetesi olan Asker Lojmanları Çocukları'ndan birinin subay olan velisinin ısrarlı şikâyetiyle beni tüm okulun önünde, sınıflara girmeden önce yanına çağırıp evire çevire öyle bir dövdü ki bizim çevrede hâlâ gıpta ile anlatılır: Ben işte o gün "Çete Reisi" olarak anılmaya başlandım. Namım büyüdü (!). İleride kesin "Anarşit" olacaktım. Yapılan yorumlar bu yöndeydi. Neyse ki, ortaokulda hava izcisi oldum da "Yalnız Kurt" olmaktan kurtuldum. Hava İzci Bandosunda da yerimi aldım, ritm becerilerimi geliştiriyordum. Bana hediye edilen kurt başlı yüzük harikaydı. O yaşta şövalye yüzük takılır mı yahu! Takıyordum ve üstelik kolyem de vardı... Bir karış genişlikteki kravatımın üstüne çıkarıyordum; moda öyleydi. Yakalar, kravatlar, paçalar geniş; aksesuarlar her şeyin üzerinde. Fitaş Sineması'na Bruce Lee ya da Kara Murat filmleri izlemeye gidiyorduk oymakça. Araya parça konulduğunda gözlerimizi kapatmamızı söyleyen ve parçadan sonra filmin bitmesini beklemeden giden ağbilerimiz, okuldaki izci odasında trampetlerin içine zincir, muşta, mamçaka, demir sopa filan saklıyorlardı. Okul İdaresi biliyormuş ama ses etmiyormuş, zaten karışamazlarmış. Orta iki'de obamın flamasını özenle tasarladım, havacı mavisi kaşe kumaş üzerine lacivert renkli Kartal simgesi olacaktı. (Kartal'la başladık, Şahin'le devam ettik, şimdi Baykuş'uz. Kanatlarımız hep açık, yükseklerde süzülüyoruz ve her daim yırtıcıyız.) Anneme geçen nazım, kaşe flamanın kendisini diktirdiğimde bitti. İlk önce komşumuz ve sonradan İngilizce öğretmenim olan Zuhal teyzeye de kendimce stilize ettiğim Kartal simgesini tarif ederek diktirdim. Sabırlı kadınlardı ya da benim inatçılığımı biliyorlardı. Sayacı olan babama da, yalvar yakar, Tank Palet'te çalışan bir balıkçı arkadaşından temin ettiği Amerikan brandasından hâki renkli bir "köpek çadırı" diktirdim. Ama ne çadırdı, yıllara meydan okudu! Artık her yaz en az 15 gün Kefken-Kovanağzı'nda kamptaydım. Liseden sonra Marmaris-Datça-Bodrum'u keşfettim, bizim Karadeniz, oldu bizim Akdeniz... Aç bilaç ne kamplar yaptık arkadaşlarla. Üç günlük kuru erzakla, cepte bir tek yol parası, 2-3 hafta... Bir şey y(iy)emeyince tuvalet ihtiyacı da olmuyor. Çakmasından değil, gerçek bir Survivor (hayatı idame)... 5-10 kilo veriyorduk kamplarda. Kamptan döndüğümüzde bronzlaşmış gövdelerimizde kaburgalarımız tek tek sayılıyordu. Mutluyduk! ABD'ye gittim öğrenci değişim programıyla. Mahallelerdeki yavrukurt üniteleri, ülkemi tanıtmam için beni çalışmalarına davet ediyordu. Bisiklete atlayıp kapı kapı geziyordum. En çok tahta kaşıkları şakır şakır çalmam, ritm tutmam oluyordu ilgilerini çeken. Bu sırada ben de nasıl mahalle izciliği yapıyorlar diye iyice gözlemliyordum. "Misafir İzci" diye ünlendim, BSA'nın çalışmalarına katıldım. Valla ne yalan söyleyeyim, ben hepsinden daha izciydim. Onlar ateş yakana kadar ben sosisi çoktan pişirip ekmek arası yapmış ve mideye indirmiş oluyordum. Domates kesmeyi beceremeyen Eagle Scout'lar tanıdım ABD'de. "Yemişim Eagle'ını! Biz izcilikte sizden iyiyiz" deyince kızıyor, köpürüyorlardı. Hoşuma gidiyordu onlarla oynamak! Huy edindim... Kısacası diyeceğim o ki, bir federasyona başkan olmak için epey bir birikim-deneyim gerekiyor. Bir başarı yakalanacaksa eğer, ne yorgunluklarla, ne olaylarla, ne acılarla (O ismi lazım değil müdürün yaşattığı fiziksel ve psikolojik acı mesela...), ne oyunlarla yakalanıyor... Fakat özellikle belirtmem gerek: Federasyon Başkanlığı, mahalle arasında sabaha karşı davul çalmaya hiç benzemiyormuş. Orada burada yapılan törenlerde davul çalmaya devam eden federasyon başkanlarını kutlarım. Ben bu kadar işin gücün arasında davul çalmaya inanın vakit bulamıyorum. Evrensel İzciliğin ritmi ile yetinmek zorunda kalıyorum. Ha bir de, ben "profesyonel başkan" değilim tabii. Davul benim boynumdaysa, tokmağı da benim elimde olacak... Başkalarına benzemem! Çeteciyim ben! Heyt! 😂

Yorumlar

Popüler Yayınlar