BİZİM YUNUS!



Yunus Emre’yi hiç böyle tahayyül ettiniz mi?

Haydi gelin, bir de benim açımdan bakın olaya. Sonuna kadar okumayan anahtara eremiyor, bilesiniz...
...

Mihalıççık’ın Sarıköy’ünde çiftçilik yapan Yunus, çocukluğunda okula gitmiş, ancak alfabeyi dahi sökememiş cahil bir insandır. İlerleyen yıllarda bir kıtlık olur. Yunus da bu kıtlıktan etkilenir. Kırşehir’e yakın Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş Veli adlı biri olduğunu ve kapısına gelen ihtiyaç sahiplerini eli boş göndermediğini, dergâh ambarlarının buğdayla dolu olduğunu duyar. Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli’nin yanına gitmeye karar verir. Yolda giderken, eli boş gitmemek için bir çuval alıç toplar.

Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına varır. Hacı Bektaş Veli, Yunus’un samimi ve saygılı davranışlarından çok memnun kalır. Yunus’un buğday için geldiğini öğrenince, “Sorun bakalım; buğday mı ister, himmet mi?” der. Bu sözleri duyan Yunus, “Ben himmeti ne yapayım, karın doyurmaz ki; bana buğday gerek” der.

Buğdayını alan Yunus köyüne dönmek için yola çıkar. Bir mola vaktinde dergâhtan aldığı buğday çuvallarına bakarken bir anda aklı başına gelir: “Buğday dediğin tane’dir, elbette sayılır; himmet dediğin nasiptir, ömür boyu sayılamaz."

Himmet yerine buğday aldığına pişman olan Yunus, geri döner. Hacı Bektaş Veli’nin huzuruna çıkar ve buğdayı istemediğini, himmet istediğini söyler.

Hacı Bektaş Veli, “O söylediğin artık geçti; biz o himmetin anahtarını Taptuk Emre’ye verdik” der.

Yunus, bunun üzerine Taptuk Emre’yi bulmak için yola çıkar. Taptuk Emre’yi Nallıhan’daki dergâhında bulur ve ona durumu anlatır. Taptuk Emre’nin dervişi olur ve dergâha odun taşımakla görevlendirilir. Kırk yıl odun taşıdığı dergâha bir tek eğri odun getirmez. Sebebini merak edip, “Ormanda hiç eğri odun yok mudur?” diye soranlara, “Ormanda eğri odun pek çoktur. Lakin bu dergâhın kapısından içeriye odunun eğrisi bile giremez” der.
...

Halk arasında 770 yıldır anlatıla anlatıla taa bugüne kadar gelen Yunus Emre’nin hayat hikâyesini mutlaka duymuşsunuzdur. Hikâyenin devamı da vardır; internet ortamında türevlerine kolayca ulaşılabilir. Hatta isteyenler filmini, dizisini de seyredebilir.
...

Gelelim şimdi benim bu hikâyeyi niye anlattığıma:

“Bu bizim Yunus’tur.”

Gönüllü olarak kırk yıl ‘hizmet’ ettiği dergâha bir tek eğri odun getirmeyen Bizim Yunus.

Her sabah bir azık çıkını ile ormana giden; Sakarya boyunda yetişen yabani soğanı, doğanın lütfuyla ekmeğine katık eden; arı kovanlarından dışarı taşan balı parmağıyla sıyıran, elinde balta, sabahtan ikindiye kadar “sadece kuru odun” kesen, hararetini soğuk pınar sularından içerek gideren, takatini ağacın rızasını alarak kopardığı meyvesinden alan, dermanını çeşit çeşit otların özünde bulan, yılda dört mevsim ve haftanın yedi günü durmaksızın aynı şekilde çalışan, kırk yıl tabiatla iç içe yaşayan, sarıçiçekle söyleşen, kuşların cıvıltılarına şarkılar/ilahiler ile eşlik eden, hayvanlarla dost olan...

“Sel, çığ, ateş” demeden, “kar, fırtına, bora” dinlemeden. Himmetin anahtarını arayan. Bizim Yunus...

Yetmemiş!

Anadolu’nun uzun, dikenli, taşlı yollarına düşmüş; evrenin sonsuzluğuna gönlünü açmış; ilahi aşk ile yanmış...

Kolay mı eğrisi çok olan dünyada, illaki düzgün olanı arayıp bulmak?

Kolay mı aslolan gerçeğe erişmek, erenlere karışmak?

Kolay mı Yunus Emre gibi bir İZCİ olmak?

Sakarya boyunda yetişen yabani soğanı, doğanın lütfuyla ekmeğimize katık ettik bir kere...

Gerisi Allah kerim!

Yorumlar

Popüler Yayınlar