Başarı Görecelidir

Aşağıdaki yazıyı, yetenekleri doğrultusunda Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi'ne gitmek isteyen; ana sınıfından bu yana gitmekte olduğu okula, bu yıl da, "son sınıfta arkadaşlarından ayrılmak istemediği için" devam eden; okulun günü kurtarmaya yönelik yanlış eğitim anlayışı sebebiyle sürekli baskıya maruz bırakılan; her gün bir öğretmen tarafından bir köşeye çekilerek -kaş yapayım derken göz çıkarmak misali- başarısız olduğuna defalarca inandırılan, aklı iyice karıştırılarak kendinden şüpheye düşürülen; arkadaşlarının ders aralarındaki alaylarına üzülen ve okuldan sonra sanat evine geldiğinde sorduğu,"Mutlu olduğum yerde, sevdiğim işi, istediğim şeyi yapmama neden müsaade etmiyorlar , bütün okullar böyle mi?" sorusuna cevap beklerken, ince ince göz yaşları döken ve  üzerindeki baskıyı azaltmak için her gün ona moral vermek ve onu yeniden güdülemek için dil dökmek durumunda kaldığımız bir genç insana destek olmak için kaleme aldım...

Akıllı çocukların, yetenekli çocuklara tercih edildiği bir dünya hiç de yaşanılası bir yer olmayacaktır. Maddi ve manevi yönden üst seviyelere gelen insanların son aşamada keşfettiği sanat ve tasarımın büyülü-çekici dünyasını, küçük yaşlarda keşfeden estetiğe duyarlı insanlara daha yolun başında şans verilmemesi ne kadar doğru olabilir ki? Yetişkinler olarak lütfen bu çocukların önünde set, ayağında pranga olmayın; destek olmanız gerekirken köstek olmayın! Herkes standart bir yapıda olmak ve genel geçer düşünceye katılmak zorunda değildir. Zaten genç insanların hepsi öyle olsa ve hergün yeknesak olarak, tekdüzeliklerini tekrar etseler sanatçı ya da tasarımcılar var olmazdı. Dahası sanatın ve tasarımın var olmadığı bir dünyada kimse olamazdı; bilim de, teknoloji de, spor da olmazdı... Yaşam olmazdı...

Lütfen unutmayın; sanat ve tasarımla uğraşmak sanatçı ya da tasarımcı olmaya yetmez... Bilmelisiniz ki; sanatçı veya tasarımcı olmak, doktor, mühendis ya da hukukçu olmaktan daha kolay değildir...

Atatürk'ün, sanatçı olmak üzerine söylediği bilinen bir deyişi vardır. Ancak son cümlesi neredeyse bilinmez; çoğunlukla göz ardı edilmiştir: "Efendiler! Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz; hattâ reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim..."  (M.K. Atatürk)


Başarı, başarı, başarı... Başarı, nasıl da göreceli bir kavramdır. Gelin bu konuya inceden bir göz atalım:

Diyelim ki bir okulda 123 son sınıf öğrencisi var ve bunların 120'sinin hedefi, alınabilecek en yüksek puanları alarak, Seviye Belirleme Sınavları neticesinde Fen Liselerine girebilmek olsun. Öğrenciler yıllarca çalışıp çabalasınlar, hatta onlarca öğretmen bu konuda onlara yardımcı olsun ve sonuçta 30 öğrenci hedefe ulaşarak Fen Liselerine yerleşsin. Bu durumda bu okulun hedef tutturmada başarı oranı yüzde 25 olacaktır... Kocaeli ve Sakarya'da bulunan Fen Liselerinin toplam olarak aldığı öğrenci sayısı olan136'ya bakılırsa; bu okulun Fen Liselerine öğrenci sokma başarısı yüzde 22'dir. Bu oldukça yüksek bir başarı sayılabilir, hatta bu sonuçla okul Türkiye genelindeki ilk yüz okul arasında kendine bir yer edinebilir...

Diğer yandan, bu okulun 90 öğrencisi SBS sonucunda arzuladıkları hedefe ulaşamayarak başarısız olmuş ve hüsrana uğramıştır. İstemedikleri liselere gitmeye mecburdurlar. Tıp fakültelerine girme şansları neredeyse yoktur. Gelecek onlar için "bilinmezlik ve kaygı" demektir. Stress içindedirler; hırslı, kıskanç ve hasistirler; çevrelerinde pek sevilmezler. Hedefledikleri mesleğe ulaşmaları artık şansa ve daha çoook çalışmaya kalmıştır. Umutsuzluk içindedirler...

Gelelim 123 son sınıf öğrencisinden özel yetenek sınavları ile Güzel Sanatlar ve Spor Liselerine girmeyi hedefleyen 3 öğrencinin durumuna... Bunlar, SBS endeksli eğitim sistemine dahil olmayarak okulun eğitim sistemine aykırı kalırlar. Şöyle ki; öğretmenleri, arkadaşları ve hatta aileleri, bu 3 öğrencinin başarısını da bildikleri tek yöntem ile ölçerler ve SBS başarı ortalamalarının altında olduklarından"başarısız sayılarak başarılı olmaya" zorlanırlar. Arada sırada bu öğrenciler "SBS benim sorunum değil, sizin sorununuz" diyecek olsalar üzerilerindeki baskı daha da artırılır, hatta sınıf ortamında başarısız oldukları vurgulanır, daha da ileri gidilerek kendileriyle alay edilir. Bir nevi mahalle baskısı oluşturulur ve öğrencilerin velileri derhal okula çağrılarak baskının evde de devam ettirilmesi istenir.

Sonuçta özel yetenek sınavlarına kendi imkânlarıyla hazırlanan öğrencilerin üçü de başarılı olarak hedefledikleri okula girmeyi başarır. Okulun özel yetenek sınavlarına öğrenci sokma başarısı yüzde 100'dür. Kocaeli ve Sakarya'da bulunan Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin toplam olarak aldığı öğrenci sayısı olan 90'a bakılırsa okulun Güzel Sanatlar ve Spor liselerine öğrenci sokma başarısı yüzde 3,33'tür. Öğrencilerin bireysel olarak gösterdiği üstün başarıya rağmen, okulun başarısızlığı ortadadır.Kimse  çıkıp sormaz mı, "Fen Liselerine girişte yakaladığınız yüzde ile Güzel Sanatlar ve Spor Liselerine girişte yakaladığınız yüzde arasındaki dengesizlik neden kaynaklanıyor?" diye. Yoksa bilimin, kültüre, sanata, spora karşı üstün olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sadece sanatsal tasarım ürünü olan objeleri çıkarın hayatınızdan; bakalım geriye ne kalacak? Biri için diğeri gözden çıkarılamaz, bilim-teknoloji ile kültür-sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Doğru düzgün uçmak istiyorsanız her iki kanadınızı dengeli kullanmalısınız. 

Bu 3 öğrenci, istedikleri bölümlere girmekten son derece mutludur ve işi şansa bırakmadan ilerlediklerinden, gelecekte güzel sanatlar fakültelerine yerleşmeleri neredeyse garantidir. Yetenekleri doğrultusunda bir okulda sanat eğitimi aldıklarından toplum içinde de kısa zamanda bir farkındalık yaratırlar. Bu öyle bir farkındalıktır ki çevrelerinden hep övgü görürler; yerel, bölgesel, ulusal ve evrensel ün/şöhret onları beklemektedir. Neşeli ve güler yüzlüdürler; çevrelerinde sevilir, aranılır insanlar olurlar. Umut içindedirler...

Albert Einstein'ın dediği gibi: "Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir."

Madalyonun bir de şu yüzü var:

Fen Lisesi'ne, oradan da Tıp Fakültesi'ne girerek doktor çıkmayı başaran birisi, günün birinde lisanını bilmediği bir ülkeye yolu düşerse oldukça zor bir durumda kalır. Öncelikle o ülkenin dilini, mesleğini sürdürecek derecede iyi öğrenmek zorundadır. Bu da yetmez; mevcut diplomalarına denklik almak ve yeterli olduğunu ispatlamak için çeşitli sınavlara girmek zorundadır. Yinede kendisine, -yabancı olmanın verdiği dezavantajla- hep şüphe ile yaklaşılacaktır.

Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi'ne, oradan da kendi branşında lisans eğitimi veren bir fakülteye girerek mezun olan biri ise dünyanın neresine giderse gitsin, -dilini bilmediği ülkelerde bile- mesleğini kolayca icra edebilir. Hatta -yabancı olmanın verdiği avantajla- kendi ülkesindekinden daha fazla başarılı ve ünlü olma şansı yakalar.

Bir Türk atasözü şöyle der: Terziye "Göç" demişler; "İğnem yanımda" demiş.

Şimdi söyleyin bakalım: Siz, yüzde 25 başarıya "başarı" der misiniz? Unutturulmak istendiğinden sözü dahi edilmeyen yüzde 75 başarısızlığa peşinen razı gelir misiniz? Yoksa alaycı bakışlarla ezmeye çalıştığınız, baskı altına alarak yaşamlarını cehenneme çevirdiğiniz yetenekli öğrencilerin gösterdiği yüzde 100'lük başarıyı görmezden gelecek kadar kör müsünüz?

Farkında mısınız; siz, ağaca tırmanmaya çalışan balıklar gibisiniz...

Yorumlar

Popüler Yayınlar