Daha Fazla Iskalamayın


Yeni yetişen nesle “başparmak jenerasyonu” deniyor. Sebebi: cep telefonundan mesaj çekerken başparmaklarını çok fazla kullanmalarıymış. Doğal olarak başparmak işlevsel olarak çok önemli bir uzuvdur. Yokluğunda büyük sıkıntılar yaşanacağı muhakkak. Ancak, sadece başparmakla yaşamı sürdürmek mümkün olamayacağına göre, diğer parmakları da keşfetmek, işlevsel kılmak gerekli. Eller, bir bütün olarak çalıştığında çok daha işlevseldir; hatta okula başlar başlamaz öğretilir: Bir elin nesi var; iki elin sesi var...

Herkes iyi bir gelecek hayal ediyor. Ediyor da, kendine bahşedilenleri kullanmayı bilmediğinden o güzelim hayaller zaman içinde eriyip yitiyor. Ee kurulan hayaller tamamen “kolay para kazanmak” üzerine olunca, kazanılanları kaybetmek de aynı oranda kolaylaşıyor.

Etrafınızdaki çocuklara sorun, ya doktor ya mühendis ya da ünlü bir futbolcu veya manken-oyuncu olmak istiyorlar. Geçmiş nesillerin çocukları kız ise hemşire, erkek ise şoför olmak isterdi. Üniforma sevenler subay, polis, pilot veya itfaiyeci olmak isterdi. Hatta genel geçere zıt gitmek isteyenler sütçü, çöpçü, hizmetçi... Şimdi bu mesleklere dönüp bakan yok. Sanırsınız ki, hastanelerde her işi doktorlar yapıyor; tıbbi atıkları doktorlar topluyor, tansiyonu doktorlar ölçüyor, koridorları doktorlar paspaslıyor. Sanırsınız ki, otomobil kullanmak için illâki mühendis olmak şartı var. Hayallerine, materyalizm tarafından gem vurulmuş yeni neslin hayal fukarası çocukları, her geçen gün biraz daha büyüyor, gelişiyor. Müziğin ritmine kendini kaptıran kıvrak kız ‘dansöz’, 10 dakikalık teneffüste 3 gol atan çocuk ‘futbolcu’ olmaya özeniyor, özendiriliyor. Dansın, sporun çeşitliliği ortadan kalkmış. Devlet Halk Dansları Topluluğu’nun sergilediği “Çiftetelli”nin, Devlet Opera ve Balesi’nin sergilediği “Kuğu Gölü”ne tercih edilmesinden bu yana bütün balerinler dansöz olarak algılanır olmuştu. Bunun üstüne “Anadolu Ateşi” çıkınca, biraz olsun dansöz imajı düzeliyordu ki yapımcı şirket iflas etti; dansöz imajı geri döndü. Diğer yandan, bütün spor dalları futbola endeksli hâle gelmiş. Spor haberleri adı altında genel olarak futbol haberleri veriliyor. Branşınız futbol değilse spor haberlerine çıkabilmek için en azından Avrupa şampiyonu olmanız ya da olimpiyat madalyası falan kazanmanız gerekiyor. Biraz olsun futbolun dışına çıkabilenlerin hayallerini de NBA (ABD’nin profesyonel basketbol ligi) süslüyor. NBA’de oynamadan televizyona çıkmanın kolay yolu ise bir mankenle evlenmekten geçiyor. Hem bu durumda magazin basını da uzun bir süre peşinizden ayrılmıyor. Durum, git gide içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Atatürk’ün“Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” özdeyişi sportif tesislere asılan tabelalardaki ‘hoş bir söz’ olarak algılanıyor. Yeni nesil için para kazanmak her şeyden önemliyse şike söylentileri ayyuka çıkmış, iş yargıya havale edilmiş; kimin umurunda…


Hayaller fukara olunca haliyle ‘çok para kazanmak’ baş hedef oluyor. Doktor, mühendis, ünlü bir futbolcu ya da ünlü bir oyuncu olmak çok kolaymış gibi neredeyse tümünün hayallerini bunlar süslüyor. Oysa herkesin doktor, mühendis, futbolcu, oyuncu olduğu bir diyarda, sabah kahvaltısında motor yağı içilir, öğle yemeğinde steteskop, akşam yemeğinde krampon yenir. Bu durumda fırından yeni çıkmış ekmeğin mis gibi kokusunun yerine bol bol formaldehit solursunuz. Güvenlik işleri çoktan beridir “Allah’a emanet”; yangınları söndürecek kimse yok. Acil bir durumda sizi doktorlara yetiştirecek cankurtaranı sürebilecek hiç kimse yok. Kafası basanlar doktor/mühendis olmak isterken, kafası basmayıp gaza basanlar ‘F1 pilotu’ olmak istiyor, cankurtarana dönüp bakmıyor bile.

Eserin aslını kitaptan okumak yerine, televizyondan reklam arası sündürülmüş dizisini yıllarca seyretmeyi tercih edenlerin ya da peş peşe gelen ekonomik krizlere bakıp her şeyin değerini ‘dolar-avro paritesine’ göre ölçen saçı jöleli yeni yetme ‘ombudsmanları’ seyredenlerin vay haline! Toplumsal bilincimiz hiç bu denli silikleşmemiş; her türden sosyal bağımız hiç bu denli gevşememişti. Kültür-sanat toplumumuzda hiç bu kadar ucuzlamamış, ‘ucube’ hâline getirilmemişti. Elbette maddi olarak ucuzlamasından bahsetmiyorum. Bahsettiğimiz manevi değerler. Yoksa yıllardan beri müzelerin bedava günleri, sinemaların halk günleri var. Tiyatroların bilet fiyatları her daim sinema biletinden ucuz olmuş. Kültüre, sanata daha da ucuza ulaşmanın birbirinden değişik yolları var, yeter ki ulaşmak istenilsin. Fiyatı yüksek bir kitabı sahaflardan çeyrek fiyatına temin etmek mümkün oluyor. Yok, o da pahalı geliyorsa biraz daha ucuzlaşarak(!) korsan baskının az kullanılmış ikinci-üçüncü eli rahatlıkla temin edilebilir. Vicdanla cüzdan arasındaki tercih tamamen alıcıya ait…

***

Burada sözüm ebeveynlere: Elinizi vicdanınıza koyun ve sizden sonra gelen nesilleri ne hâle getirdiğinize ve onlara nasıl bir miras bıraktığınıza objektif olarak bakmaya çalışın. Gözünüzden sakındığınız çocuklarınız ve asla kırılmalarına dayanamadığınız torunlarınız fazlasıyla yavan bir hayata sizin tarafınızdan yapılan tercihler sonucunda mahkûm olmuşlar. Eve aldığınız gazete-dergi ile seyrettiğiniz televizyon kanalları dünya görüşlerini, okulun sevilen çocukları giyim tarzını, okulun pek sevilmeyen öğretmeni saç şeklini, çizgi filmler karakterini, yabancı kaynaklı gençlik filmleri hayallerini biçimlendirmiş. Sınava endeksli okul-dersane-ev üçgeninde geçen yaşamlarında kültürden, sanattan, etikten, milli-manevi değerlerden eser yok. Medya organları sayesinde hayatın doğal akışının dışına çıkılarak 7 yaşında öğrenmeleri gerekenleri 4 yaşında; 17 yaşında öğrenmeleri gerekenleri de 10 yaşında öğrenince size de yapacak pek bir şey kalmıyor. Zaten buna ayıracak vaktiniz de yok. Daha fazla para kazanmak için çok çok daha fazla çalışmak zorundasınız.  En ‘en başarılı’ dersanelerin, hiç boş zamanı olmayan özel ders simsarlarının, en düşük faizli krediyi veren bankaların, her zaman en ucuzu satan süper marketlerin, en kaliteliyi ayaklarınıza seren AVM’lerin, hep en iyi hizmeti sunan petrol devlerinin, hep en yeni modeli piyasaya süren otomotiv sektörünün, geleceğinizi hep garanti altına alan sigorta şirketlerinin elleri sizin cebinizden çıkmadığına göre; size de yapacak pek bir şey kalmıyor. Siz daha çok çalışacaksınız ki çocuklarınız sizden daha rahat yaşasın. Bu arada siz onları yeterince görmeseniz, iyi anne-babalık yapamasanız da olur; yeter ki onlar mutlu olsun! Bunca kreş, okul, dersane, etüt merkezi, Romen bakıcı, Özbek yardımcı, pedagok, psikolog vesaire niye var? Basarsınız parayı, mutluluğun âlâsını satın alırsınız… Bu dünyada nasılsa her şey parayla! Hem bunu da mümkün olan en ucuz fiyata elde etmek sizin gizli hüneriniz değil mi?

***

Bu durumda kem gözlerden sakınılan bebeler ne yapsın? Gerekli gereksiz bir sürü şey öğretilirken, esas olan insani ve hayati eğitimleri ihmal edilmiş. Kültür, sanat boşlanmış. Televizyonun sesi sonuna kadar açılıp bebelerin beyni medyanın insafına(!) bırakılmış. En doğrusunun ne olduğu anlatılmadan, gösterilmeden ‘yap‘ denilmiş, ‘sonuç” beklenmiş. Yıllarca “Tom ve Jerry”nin kurnazlıklarıyla beslenen, Pokemon ile, Ben10 ile, Barbie serisi ile üç su yıkanan akılları neye eriyorsa, en kestirme ve en kolay yoldan bir şeyler yapınca “gönülleri kırılmasın” diyerek, yapılan hile-hurda göz ardı edilmiş; ortaya çıkan baştan savma, yarım yamalak işler de genç kuşaklara has bir iş bilirlik, pratiklik olarak tanımlanmış; hatta yapılan tatlı yaramazlıklara “aferin” denilmiş. Azim, meşakkat gibi kelimeler günlük konuşma dilinden, eğitim ve öğretim lisanından çoktan çıkmış. Artık hızlı olan kazanıyor, yarış zamana karşı yapılıyor. Kendi yaş grubu için oldukça zor bir soruyu 1 dakika içinde doğru olarak çözebilen öğrenci kendini profesör ya da dâhi sanıyor. Basit anlamda bir düğme dikmeyi beceremeyen, doğru düzgün konuşmaktan aciz, ancak çöp dökmeyi gururuna yediremeyen, gelecekten beklentileri yüksek, ezberci, taklitçi, özenti profesörler ve dâhiler... Onlar için en kısa yoldan köşeyi dönmek”  genel geçer düstur olmuş. Başarı(!) gösterip köşeyi dönebilenler durmaksızın yollarına devam ederken dönemeyenlere ne oluyor? Bilen var mı?

Kimse cankurtaranın, itfaiyenin geç kalmasından, hastanelerin neden gerektiği kadar temiz olmadığından, ekmeğin gramajının eksikliğinden, güvenliğin işini yapmamasından, garsonun kötü kokmasından, tamircinin acemiliğinden şikâyetçi olmasın. Onlar doktor, mühendis, futbolcu olmak istiyorlardı. Bu işler zaten onlara göre değildi ama hayat şartları onları buraya sürükledi. Ezber yetmedi; taklit etmeler, özenmeler yetmedi. Olmayınca olmuyor! Sanat ve kültürle beslenmiş alt yapı olmayınca görgü de olmuyor ki, kendine çeki düzen verebilsin. Manzara ortada…

***

Burada sözüm yeni nesillere: Gelecek yeterince ıskalanmış; bari siz daha fazla ıskalamayın…

İşe, klasiklerden birini okumakla ya da dinlemekle başlayabilirsiniz. Klasikleri okumak ya da dinlemek o kadar kolay değildir, çünkü onların klasik olarak kabul edilmesi de o kadar kolay olmadı… Eserleri klasikleşmiş bir yazar ya da besteci olmanın sizin tarafınızdan keşfedilmeyi bekleyen kestirme bir yolu olduğunu mu sanıyorsunuz? İyi resim yapabilmek ya da iyi dans edebilmek için önce kararlı ve sabırlı olmak gerek. Yanınıza bir de sözlük almanızı tavsiye edeceğim ki, eskilerden kalma, günlük konuşma dilinden düşmüş bazı kelimeler karşınıza çıktıkça oradan bakıp anlayasınız…



Ağustos 2011, Serdivan

Yorumlar

Popüler Yayınlar